BİR KONU BİR KONUKEDİTÖRÜN ÖNERİSİFİKİR LİDERLERİ DERGİSİMESLEKİ GELİŞİMÖNE ÇIKAN HABERLER

MS ile geçen bir ömür; Fikir Liderleri Dergisi’nde!

Özgün içerik ve grafik tasarımının yanı sıra her sayısında ele aldığı konuları hem akademiden hem de endüstriden, alanının en etkin isimleriyle sayfalarına taşımasıyla ve konuları derinlemesine, çok yönlü ele almasıyla dikkat çeken Fikir Liderleri Dergisi, yeni sayısında Beyin ve Sinir Hastalıkları&Klinik Nörofizyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Turan'ı konuk etti ve "Multipl Skleroz ile Geçen Bir Ömür" portresini okurlarıyla paylaştı. Prof. Dr. Ömer Faruk Turan'ın 2 sayfaya sığdırdığı bir ömür oldukça ilginç anekdotlarla dolu:
İlaç ve sağlık sektörü yayıncılığında önemli bir boşluğu dolduran ve bu alanda çok kısa bir sürede kendisine hatırı sayılır bir yer edinen Fikir Liderleri Dergisi’nin Mart sayısı yayımlandı. Ana dosya konusu Nadir Hastalıklar olan yeni sayıda, TİTCK, TÜBİTAK, AIFD gibi önemli kurumların yöneticileri, hasta derneklerinin ve uzmanlık derneklerinin yöneticileri ve akademisyen hekimlerin yanında Türkiye’de bu alanda faaliyetleri olan ulusal ve global ilaç firmalarının üst düzey yöneticileri de yer aldı. Ayrıca ilaç endüstrisinden ilham veren röportajları, akademisyen hekimlerin ilgi duyduğu konu ve konukları da sayfalarına taşıyan Fikir Liderlerleri Dergisi, geniş bir okuyucu kitlesi tarafından her geçen gün artan ilgiyle takip ediliyor.

Özgün içerik ve grafik tasarımının yanı sıra her sayısında ele aldığı konuları hem akademiden hem de endüstriden, alanının en etkin isimleriyle sayfalarına taşımasıyla ve konuları derinlemesine, çok yönlü ele almasıyla dikkat çeken Fikir Liderleri Dergisi, yeni sayısında Beyin ve Sinir Hastalıkları&Klinik Nörofizyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ömer Faruk Turan‘ı konuk etti ve “Multipl Skleroz ile Geçen Bir Ömür” portresini okurlarıyla paylaştı. Prof. Dr. Ömer Faruk Turan’ın 2 sayfaya sığdırdığı bir ömür oldukça ilginç anekdotlarla dolu:

Meslek hayatıma başladığımda asistanlığım boyunca çok az MS hastası gördüm. O dönemde piramido-serebellar sendrom diye nitelendirdiğimiz hastalara myelografi yapardık. Myelografi temiz çıkarsa olası tanılardan birisi MS diye kortizon verirdik. Çok ağır hastalar görürdük, bir zamanlar hastaya tekerlekli sandalyede, uzun süreli ağızdan kortizon tedavisi verirdik, bazen görme belirtisi yaşayan hastalar gelirdi, optik nöritli hastalar gelirdi. Bu hastalarda göz hekimleri göz arkasına kortizon enjeksiyon yaparlardı. Bu hastaların sonra ne olduklarını o düzeyde takip edemezdik, ne olup ne bittiğini bilemezdik, bugünkü anlamda tedavilerin hiç biri yoktu; MS diye düşündüğümüz hastalara kortizonla birlikte azathioprine verirdik.

Yani; genel bağışıklık sistemini baskılayan immuno-supresif ilaçlar verirdik. O dönemde hastalarımıza iyi muayene yapardık, iyi hikaye alırdık, hastalığın nerede olduğunu tahmin ederdik ve elimizde lomber ponksiyon vardı, myelografi vardı, direkt filmler vardı, perkütan anjiyografi yapardık, 4 kanal anjiyografi yapardık; o zaman nöroradyoloji böyle gelişmemişti, bu işi radyologlardan çok nörologlar yapardı.

Asistanken en çok nöroradyoloji alanında eğitim almıştım, o zaman kıdemli asistan abimiz rahmetli Resul Çam bir tane pnömoensefalografi yapmıştı; o işlem bir daha da yapılmadı. Zaten bölümde son işlem olmuştu, hastaya hava veriyorsunuz ve ventrikülleri dolduruyorsunuz. Korkunç ağrılı, düşünün bugünkü bilgilerimizle ventrikülden tanı koymaya çalışıyoruz. Yine de hidrosefali, demans olabilir mi ya da işte 3. ventrikülden ya da 4. ventriküle baskı yapan tümörlere bazen bu şekilde tanı koyduğumuz olurdu. Gazi Yaşargil’in anjiyografi kitabı elimizden düşmezdi, hemen hemen her yerini ezberlemiştik. Çok iyi anjiyo değerlendirirdik. Bütün anevrizmaları, AVM’leri, tümor düşündüğümüz vakaları biz beyin cerrahisine sunardık. Konseyde, her vaka tartışılırdı.

Düşünün bel fıtığı ameliyatlarında konsey yapardık ve myelografi ile basılıları gösterip operasyon kararı alırdık. Yani o günün şartlarında asistanlığımızın son zamanlarında Bursa’ya tomografi geldi. Uludağ Üniversitesi’nde tezimi de tomografiyle yaptım; tabi MS teşhisinde tomografinin pek yeri yok. Dolayısıyla bu 1980’li yıllar MS hastaları için biraz şanssız bir dönemdi. Ta ki 1990 yılında 9 Eylül Üniversitesi’ne MR cihazı gelmesiyle bu hastaların tanısı daha kolay olmaya başladı ya da en azından MS tanısını sağlıklı koymaya başladık. Bu şekilde tarihsel gelişmeden bahsetmiş oldum. O dönemde MS’i de çok bilmiyorduk, ilaç da yoktu, sadece 1990 yılında atak tedavisi şeklinde puls tedavisine başlamıştık. 1993 yılında Betaferon, MS hastalarında FDA onayını aldı. Ülkemize gelmesi 1996 yılıydı ve bu tedavi Türkiye’de yavaş yavaş kullanılmaya başlandı; tek seçenek buydu.

Hemşire eğitimi yoktu, eğitimi biz veriyorduk. O günkü ilk şartlarda tek seferde 8 milyon ünite ilaç yapıyorduk; ilacın sulandırılması, doz ayarlanması gerekiyordu. O dönemde sigortalı hastalar ilacını sigortadan alırlardı.

Bugünkü anlamda eczanelerden ilaç alınmazdı. Hastanın biri sigortadan ilacı almış, nasıl yapılacağını bilmiyor, acile gitmiş, kalçadan kas içine 9.6 milyon ünite yaptırmış, hasta 41 derece ateşle bana geldi. Böyle bir anımız da var. Daha sonra anlaşıldı ki; 8 milyon ünite bile çok fazla geliyor. Önce çeyrek, sonra yarım, sonra 3⁄4… Böylece 2 aylık bir doz titrasyonu ile hastalara daha iyi bir yan etki kontrolü sağladık.

Hemşire eğitimi bu tedavinin başarısını artırmıştır. Zaman içinde bunu gördük, bu doğal süreçte daha sonra diğer ilaçlar, interferonlar, glatiramer asetat ülkemize girdi; biz faz 3 çalışmalarına katılmaya başladık. Bu arada MS’le uğraşmam da tamamen tesadüf olmuştur.

1990’lı yıllarda hemen hemen her öğretim üyesi, hepimiz, her işi ortak yapardık, branşlaşma yoktu. O dönemde Bakırköy’de Dünya sağlık Örgütü’nün bir toplantısı vardı ve orada çalışma grupları oluşturularak bir toplantı yapıldı. O dönemde de ben MS ve kas hastalıkları çalışma grubuna gönderildim. Bu, MS ile uğraşmamın ilk başlangıç noktası olmuştur. O günden bugüne bu alanda çalışmalarımız devam ediyor.

1993 yılında MS polikliniği açtım ve 1993’ten bu yana çarşamba günleri, haftada 1 gün MS polikliniği yapılmaktadır. 1998 yılında da Bursa MS Derneği’ni kurdum, kurucu başkanı olarak başladım, halen bu görevi sürdürmekteyim. Gördüğünüz gibi, MS tanı ve tedavisinin tarihsel gelişiminde 1990’dan sonra

MR’ın yaygınlaşmasıyla kolaylık başladı. Geçmişte birçok damar hastalığı dediğimiz hastalıkların aslında MS olduğunu gördük. MR çok büyük bir kolaylık sağladı.

MS tanı kriterleri, MR tanı kriterleri gelişti ve bugün MS’i çok daha farklı boyutlarda biliyoruz. Zaman içerisinde MS alanında daha güçlü ilaçlar; natalizumab mitoksantron, oral ilaçlar, fingolimod, teriflunomid ve dimetil fumarat gündeme geldi. İnfüzyon tedavilerinden ocrelizumab, alemtuzumab piyasaya çıktı. Böylece çok sayıda FDA onayı alan yaklaşık 25’e yakın ilaç hayatımıza girdi.

MS tedavisi artık gerçekten uzmanlık gerektiren bir alan oldu. Hastaları iyi dinlemek, iyi muayene etmek, yardımcı tanı yöntemleri ile birlikte doğru tanı koymak, hangi tedaviyi başlayacak olmayı bilmek, takip sürecinde de geçişleri zamanında yapabilmek çok önemli; geç kaldığınız takdirde hastalarda engellilik oluşmakta. Bu yüzden ince bir hekimlik sanatı icra edilmektedir. Dolayısıyla günümüzde her gün yeni bir ilaç çıkmakta ve bu tedaviler iyice karmaşık, zor bir hale gelmektedir.

MS tabii ki sadece tedaviden ibaret değil, bunların ortaya çıkış nedenlerini araştırmak, risk faktörlerini yok etmek, riskleri en aza indirmek ve multidisipliner yaklaşımla bir çok bölümü ilgilendiren tedavilerle birlikte, sosyal yönden, kültürel yönden, psikolojik destek yönüyle ve sporuyla, beslenmesiyle, uykusuyla bir bütün halinde hastalara yaklaşmak gerekiyor.

Bu konuyla ilgili olarak da gelişmiş ülkelerde MS konusunda çok yoğun çalışmalar yapılıyor bu yönüyle MS diğer nörolojik hastalıklara göre şanslı bir hastalıktır diyebiliriz.

 

Yorum yaz