ETKİNLİKKONGREÖNE ÇIKAN HABERLERSTKTOPLUM SAĞLIĞIUZMANLIK DERNEKLERİ

Türk Gastroenteroloji Derneği, yeni projelerle yoluna devam ediyor!

39. Ulusal Gastroenteroloji Haftası (UGH) ve 10. Gastroenteroloji Cerrahisi Kongresi, 22-27 Kasım tarihlerinde eşzamanlı olarak, Antalya'da Kaya Palazzo Convention Center'da gerçekleşti. Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Dilek Oğuz, 39. UGH Kongre Başkanı Prof. Dr. Orhan Sezgin, Türk Gastroenteroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Mehmet Cindoruk, Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ayhan Hilmi Çekin, Türk Gastroenteroloji Derneği Muhasip Üyesi Prof. Dr. Müjde Soytürk, 39. UGH Kongre SekreteriProf. Dr. Selim Aydemir ve Kongre Sekreteri Doç. Dr. Aslı Çifcibaşı Örmeci, kongreyle ve kongrede ele alınan konularla ilgili açıklamalarda bulundular.
39. Ulusal Gastroenteroloji Haftası (UGH) ve 10. Gastroenteroloji Cerrahisi Kongresi, 22-27 Kasım tarihlerinde eşzamanlı olarak, Antalya’da Kaya Palazzo Convention Center’da gerçekleşti. Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Dilek Oğuz, 39. UGH Kongre Başkanı Prof. Dr. Orhan Sezgin, Türk Gastroenteroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Mehmet Cindoruk, Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ayhan Hilmi Çekin, Türk Gastroenteroloji Derneği Muhasip Üyesi Prof. Dr. Müjde Soytürk, 39. UGH Kongre SekreteriProf. Dr. Selim Aydemir ve Kongre Sekreteri Doç. Dr. Aslı Çifcibaşı Örmeci, kongreyle ve kongrede ele alınan konularla ilgili açıklamalarda bulundular. Açıklamalardan satırbaşları şöyle:

Prof. Dr. Dilek Oğuz: “Türk gastroenteroloji ailesi üye sayısına oranla çok daha güçlü, sesi dinlenir ve saygı duyulan bir meslek örgütüdür. Burada alanımızın sağlık sorunlarının toplum ve hasta zeminli önemi yanı sıra tıbbın prevalansı en yüksek hastalıklarını barındırmamız, en sık rastlanan bir grup kanserin gastrointestinal sistemden kaynaklanması, uyguladığımız işlemlerin zorluğu, hayat kurtarıcı özelliği gibi çok sayıda neden sayılabilir…Geriye bakıp 3 yılı değerlendirdiğimizde çok sayıda projenin hayata geçirildiğini görüyor ve mutlu oluyoruz. Üyelerimizin mesleksel, akademik ve sosyal şartları için iyi bir mücadele verdik, çok emek harcadık. Gelecek yılın da yeni projelerle şenlenmesini diliyoruz.”

***

“Bir Ulusal Gastroenteroloji Haftası’nda daha buluştuk. Ulusal Gastroenteroloji buluşmalarımız Gastroenteroloji camiasının bir şölenidir. Her yıl heyecanla beklediğimiz bu haftamızda bu yıl çok sayıda uluslarası konuşmacımız bizlere eşlik etmektedir. Türk Gastroenteroloji Derneği’nin en büyük çalışması yıl boyunca bu haftamızın düzenlenmesidir. Sizlere her geçen yıl daha iyi bir bilimsel şölen sunmak ve sosyal olarak da bir arada buluşmak için hummalı bir şekilde Kongre Düzenleme Kurulumuzla birlikte çalıştık…”

***

“Önümüzde ilgilenmemiz gereken sayısız sorun olsa da yepyeni projeler üreterek, sorunlarımızın bir kısmını çözerek bir kısmını planlayarak bir yılı tamamlıyoruz. Olmazsa olmazımız genç gastroenterologlarımız ve yan dal asistanlarımız için iki ana toplantı düzenledik ve bunların birinde USG kursu birinde akademik tartışma ortamları oluştururarak hem klinik pratiğimizi hem de akademik gelişimimizi güçlendirmek için ilk adımları attık. Yıl boyunca Malatya’da Doğu-Güneydoğu Hepatogastroenteroloji Günleri’ni, Mardin’de Endoskopi çalıştayını yaptık. Tüm bunlar sadece ve sadece Türk Gastroenteroloji Derneği’nin finansal ve akademik desteği ile gerçekleştirildi. Önümüzdeki dönemlerde de gerçekleştirilmeye devam edecektir. Bu yılın en önemli projesi ise bir önceki dönemde temelleri atılan canlı deneysel modellerde yapılan T.C. Sağlık Bakanlığı Mehmet Akif Ersoy Araştırma Geliştirme Merkezinde başlayan eğitim faaliyetlerimizdir. Bu projede bu yıl şu ana kadar 6 adet kursta 142 kişi ESD/POEM ve EUS eğitimi aldı. Bu programın 7.’si Aralık ayında tamamlanarak 2023 yılının planlamaları başlayacaktır. Bu yıl 6-8 Ocak’ta uluslararası bursiyer programı açılmış olup talebe göre yurtiçi ve yurt dışı burs programı olarak devam ettirilmesi düşünülmektedir. Uluslararası burslarımız pandemi nedeni ile kesintiye uğramış bulunsa da 2022 yılında Kore bursumuz devam etmiş olup 11 kişi Kore’ye giderek 1 ay süre ile eğitimini tamamlamıştır. Kore-Türk Gastroenterolojisi ilişkilerinin devam etmesi için TGD kursları destekleyecektir. John’s Hopkins ve Avrupa ile önümüzdeki yıl akademik anlaşmalarımız gerçeklşetirilecektir. Bu yıl Alman Gastrointestinal Endoskopi Derneği Mart ayındaki programı için Türkiye’yi partner ülke olarak seçmiş olup Gastrointestinal Endoskopi Derneği ve Türk Gastroenteroloji Derneği orada akademisyenlerle müfredat programımızı sunacaklardır. TUK’nun isteği üzerine TUKMOS grubumuzu toplanarak müfredatımızı güncellemiş olup yeni versiyonu TUK’a gönderilecektir. Akademik eğitimin önemi bu yıl biraz daha ön plana çekilecek bu alandaki faaliyetler arttırılacaktır. Bunların yanısıra pek çok hukuki uğraşlarımız ve gastroenterologların gerek özlük hakları gerekse diğer hakları açısından yasal ve hukukü çerçevede mücadalelerimiz yürütülmektedir.”

***

“27.10.2023’te Anıtkabir’i ziyaret edeceğiz ve Anıtkabir defterini imzalayacağız ve meslektaşlarımızla Ankara’da buluşacağız. Ama kongremizi yine bu tarihlerde Antalya’da gerçekleştirmek üzere çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bilimin ışığını içimizde özümsemeden bir yola çıkmamız mümkün değildir. Bu yüzden Akademik, Klinik, Girişimsel her alanda yetkin gastroenterologlar olmak için sonsuz mücadelemiz devam edecektir. Şimdiden bir sonraki Şölenimizi planlamaya başladık. En güzel günlerde ve Türkiye Cumhuriyet’nin 100. Yılında buluşmak üzere.”

Prof. Dr. Orhan Sezgin: “Otuzdokuzuncu Ulusal Gastroenteroloji Haftası ve 10. Ulusal Gastroenteroloji Cerrahisi Kongresini 22-27 Kasım 2022 tarihleri arasında Antalya’da başarıyla gerçekleştirdik. 1447 katılımcı ile kongremiz kendi alanında bir rekora imza attı. Türkiye’nin Gastroenterologları ve Gastroenteroloji Cerrahları ile birlikte Endoskopi Hemşire ve teknisyenlerimizin de yoğun katılımı bilimsel bir şölen havasında geçti. İlaç ve teknoloji sanayimizin geniş destekleri göz alıcı olup ilaç ve endoskopik ve cerrahi malzemeler konusundaki en son gelişmeler katılımcılara sunuldu. Kongrede 5 ana salonda 6 gün boyunca sabahtan akşama kadar Gastroenteroloji, Gastroenteroloji Cerrahisi ve hemşirelik toplantılarında yapılan bilimsel sunum ve tartışmalar yoğun ilgi gördü. Bu kongremizde ilk kez Koreli meslektaşlarımızın katılımı ile Türk-Kore Gastroenteroloji Toplantısını yaparak bir ilke imza attık. Bu Ulusal Gastroenteroloji Kongresinin uluslararası nitelik kazanması için atılmış ciddi bir adım oldu. Kardeş Azerbaycan’dan gelen meslektaşlarımız ve Nahçıvan Devlet Üniversitesi Rektörü Sayın Elbrus İsayev’in katılımı ile kongremiz daha da zenginleşti. Dünyanın değişik ülkelerinden alanlarında otör olan  pek çok  yabancı konuşmacımız oldu.  Bizlerle bilgi paylaşımında bulundular. Ayrıca gelecek dönem Avrupa Gastroenteroloji Derneğinin başkanı olacak Sayın Matthias Löhr 3 ayrı bilimsel sunumu ile gelişmeleri aktarırken, Türkiye ile Avrupa arasında önemli bir bilimsel ve dostluk köprüsü inşasına önemli destekte bulundu.”

***

“Karaciğer hücrelerinde fazla miktarda yağ birikmesi olarak tanımlanabilir. Birçok nedeni vardır. En önemlisi fazla kilo, insülin direnci ve alkol kullanımıdır. Özellikle son dönemde yanlış diyet alışkanlıkları ile sıklığı giderek artmaktadır. Ekonomik krizler de insanların diyet alışkanlıklarını değiştirerek sağlıksız beslenme sonucunda karaciğer yağlanmasına neden olabilirler. Karaciğer yağlanması öncelikle karaciğer hücrelerinde basit yağ birikmesi olarak başlayıp daha sonra karaciğer iltihaplanmasına ve bunun sonucunda da özellikle yatkın bireylerde siroz hastalığına ilerleyebilir. Bu nedenle erken yakalanıp gerekli tedavilerin yapılması önemlidir. Çünkü özellikle erken dönemlerde hastaların bir çoğunda herhangi bir şikayet oluşturmaz. Tanısı hemen her sağlık kuruluşunda yapılabilen kanda karaciğer tahlilleri ve tüm hastanelerde yapılabilen ultrasonografi ile konulmaktadır.”

***

“Dünyada karaciğer yağlanması sıklığı %10-40 arasında olmakla birlikte son dönemde giderek artmaktadır. Türkiye’de Türk Gastroenteroloji Derneği’nin yaptığı Kapadokya Kohort Çalışması’nda  Türkiye’deki gastrointestinal hastalıkların sıklığı değerlendirilmiştir. Bu çalışmada ultrasonografi ile %60 oranında karaciğer yağlanması saptanmıştır. Çünkü toplumumuzun %35’i fazla kilolu, %45’i obezdir. Çok değil, bundan sadece 10 yıl önceki çalışmalarda obezite sıklığı yaklaşık %15-20 arasında idi. Bu da bize gösteriyor ki obezite sıklığı çok hızlı bir şekilde artırmaktadır. Özellikle diabetes mellitus yani şeker hastalığı sıklığı da son yıllarda buna paralel olarak giderek artmaktadır. Türkiye’de şeker hastalığı sıklığı yaklaşık olarak %15 civarındadır.”

***

“Karaciğer yağlanmasını engellemek için yapılacak en önemli iş sağlıklı beslenmeye özen göstermektir. Aşırı karbonhidrattan ve yağlı gıdalardan kaçınmak gerekir. Sebze ağırlıklı beslenme önemlidir. Özellikle et ve et ürünleri dengeli miktarda tüketilmelidir. Toplumumuzun en önemli yeme alışkanlıklarından birisi fazla ekmek miktarda tüketimidir. Ekmek yemediğimiz zaman doymadığımızı düşünürüz. Beyaz ekmek tüketimi fazla kalori demektir. Ekmek tüketimimizi makul düzeye düşürmemiz gerekir. Ayrıca fazla miktarda alkol kullanımı varsa bu da azaltılmalıdır. Fiziksel aktivite azlığı en az diyet kadar karaciğer yağlanmasında etkilidir. Her yaştaki insanın kendine göre fiziksel aktivitesini artırması gerekir. 30 yaşındaki genç bir kişi için günde 5-6 km yürüme, bazen hafif koşular gerekirken; 80 yaşındaki bir insanın evin içinde odadan odaya dolaşması bile fiziksel aktivite artışıdır. Fiziksel aktivite kaslarımızı geliştirerek yağların yakımında faydalı olur.”

***

Prof. Dr. Mehmet Cindoruk: “Kanser tedavisindeki önemli ilerlemelere rağmen, pankreas kanseri tahmini genel 5 yıllık sağkalım oranı %11 olan en ölümcül malignitelerden biri olmaya devam etmektedir. Yalnızca önümüzdeki yıl içinde, ABD’de pankreas kanserinden 47.050 kişinin öleceği tahmin ediliyor. 2030 yılına kadar oranların ikiye katlanarak kansere bağlı ölümlerin ikinci önde gelen nedeni olacağı tahmin edilmektedir. Küresel olarak pankreas kanseri tahminen 441.083 kişinin ölüm nedenidir ve dünya çapında kansere bağlı ölümlerin altıncı önde gelen nedenidir. Pankreas kanseri tanısı alan hastaların çoğunluğu (%80 ila 90) ilerlemiş hastalık nedeniyle başvuru anında tedavi edilemez. Ayrıca, küratif cerrahi rezeksiyon için uygun olan hastaların küçük bir yüzdesi genellikle erken nüks ve ardından ölümle karşılaşır.”

***

“Sessizce ilerleyen pankreas kanseri, semptomlarını çok geç gösterdiği için çoğu zaman son aşamalarda fark edilmektedir. O yüzden ‘erken teşhis’ pankreas kanserinde daha da önem kazanmaktadır.”

  • İştahsızlık
  • Kilo kaybı
  • Karın ağrısı
  • Bulantı
  • Sarılık
  • Aniden ortaya çıkan diyabet (şeker hastalığı) olan hastalar pankreas kanseri açısından değerlendirilmelidir.

“50 yaşından sonra risk artmaktadır. Erkeklerde görülme riski daha fazladır.”

  • Aşırı sigara tüketimi ile benzin, metalurjik kokular ve böcek ilaçlarının kullanımına fazladan maruz kalmak riski artırır.
  • Olguların yüzde 10’u kalıtsal seyretmektedir.

***

Prof. Dr. Ayhan Hilmi Çekin: “Günümüzde big data olarak isimlendirilen kayıt altına alınmış verinin inanılmaz bir boyuta ulaşması ve makine öğrenmesi ile derin öğrenme algoritmalarının kullanımı sayesinde yapay zeka uygulamaları tıp alanında da hızla kullanıma girmektedir. Özellikle görsel kayıtlı verinin bilgisayar mühendisleri ve yazılım uzmanlarınca algoritmalarla işlenmesi sonucunda radyoloji ve endoskopik işlemlerde yapay zeka uygulamaları kullanılır hale geldi. Endoskopik işlemlerle kamera aracılığıyla görüntülenebilen yemek borusu mide ince ve kalın bağırsakta tespit edilip kayıt altına alınmış fotoğraf ve videoları bulunan lezyonların yapay zekaya tanıtılması ve bilgisayar ortamında işlenmesi ile yapay zekanın deneyimli bir endoskopist kadar bu lezyonları tespit edip işlemi yapan hekime uyarı veren uygulamalarını kullanmaya başladık. Kongremizde bu alanda olan yeniliklerin tartışıldığı ve bilgilerin paylaşıldığı bilimsel oturumlarımız oldu.”

***

“Kalın bağırsakta kansere yol açabilen poliplerin tespit edilmesinde ve kansere dönüşme potansiyelinin belirlenmesinde aktif olarak yapay zeka uygulamalarını kullanmaktayız. Gözden kaçabilecek 4-5 mm’lik küçük poliplerin kamera görüş alanına girmesi halinde yapay zeka sesli ve ekranda ışıklı uyarı vererek hekimlere yardımcı olmaktadır. Gastroenterologlar tarafından yapılmış kolonoskopi işlemlerinde pek karşılaşılmasa da bu küçük poliplerin gözden kaçırılmamasını sağlayan yapay zeka uygulamaları kolon kanserinden korunmada önemli bir tarama olan kolonoskopi işlemlerinin kalitesini artırmaktadır. Kamera teknolojilerin gelişmesi ile mikroskopik detayların bile görüntülenebilir hale gelmesi yapay zeka uygulamalarının gastroenterolojide kullanım alanlarını artırmıştır. İltihaplı bağırsak hastalıklarının hastalık aktivitesinin tespitinde ve özellikle yemek borusu ve mide kanserlerinde erken tanıda yapay zeka uygulamalarının bilimsel çalışma sonuçlarının tartışıldığı oturumlarımız oldu. Bu alanlarda da sonuçların çok başarılı olması kısa süre içerisinde yapay zekanın günlük endoskopi pratiğinde erken kanser tespitinde kullanılabilir hale geleceğini göstermektedir. Karaciğer hastalıklarının tespiti ve bilgisayarlı tomografi ile manyetik rezonans görüntüleme tetkiklerinde karaciğerde karşılaştığımız lezyonların tanısında yapay zeka uygulamaları bilimsel araştırmalarda başarılı olmuştur. Hepatoloji alanında da yapay zeka her alanda olduğu gibi hayatımıza girmiştir. Ülkemizde çok sayıda bilgisayar mühendisimizin sağlık alanında yapay zeka uygulamaları ile ilgilenmekte olduğunu biliyoruz. Sağlık alanında kaliteli hekimleri sayesinde dünya markası olan Türk tıbbı, başarılı mühendislerimizin yapay zeka uygulamalarında atacağı adımlarla çok daha ileriye gidecektir.”

***

Prof. Dr. Müjde Soytürk: “Son yıllarda tüm dünyada bir mikrobiyota rüzgârı esmeye başladı ve büyük merak konusu oldu. Vücudumuzda, büyük çoğunluğu bağırsaklarda olmak üzere çok sayıda mikroorganizma yaşadığını, daha doğrusu onlarla birlikte yaşadığımızı öğrendik. Yapılan çok sayıda bilimsel araştırma ise bu merakı daha da körükledi. Çünkü bu mikroorganizmaların trilyonlarca olduğunu, belli hastalıklarla ilişkili olabileceklerini ama daha da ötesi sağlığımızın devamı için ne kadar önemli olduklarını öğrendik. Bunlar vücudumuzda bir ekosistem oluşturuyor ve karşılıklı fayda sağlıyoruz, birbirimizi etkiliyoruz. Örneğin, eğer normal doğum yerine sezeryanla doğduysanız, anne sütü yerine yapay sütle beslendiyseniz ya da zamanından önce doğduysanız mikroorganizma sayısı ve çeşitliliği azalıyor. Yine beslenme şeklinizden tutun kullandığınız antibiyotiklere kadar birçok durum mikrobiyotayı etkiliyor.”

***

“Hastalıklarla ve sağlıklı yaşam ile ilişkisine ait kanıtlar arttıkça, mikrobiyotayı olumlu yönde nasıl etkileyebileceğimizi araştırmaya başladık. Günümüzde bununla ilgili çok sayıda yaklaşım mevcut. Bunların başlıcaları arasında diyet, probiyotikler ve prebiyotikler yer alıyor. Probiyotik, yeterli miktarda verildiğinde kişinin sağlığı için yarar sağlayan mikroorganizmalardir. Prebiyotikler ise vücudumuzdaki belli bakterilerin çoğalmasını, aktivitesini artıran yani başka bir deyişle onları besleyen sindirilemeyen liflerdir. Birçok sebze, meyve gibi gıdalarda bulunurlar. Başlıca örnekleri arasında soğan, sarımsak, enginar, yulaf, çavdar ve sirke sayılabilir. Bir probiyotik ile prebiyotik bir arada bulunduğunda ise simbiyotik olarak adlandırılmaktadır.”

***

“Günümüzde çok sayıda hastalığın (obezite, diyabet, alzheimer, depresyon, iltihabi bağırsak hastalıkları, huzursuz bağırsak sendromu, bağırsak kanseri vb. ) mikrobiyotayla ilişkili olabileceğini düşündüren kanıtlar olmakla birlikte kesin bir şey söylemek hala mümkün değildir. Ancak probiyotiklerin etkili olduğu kanıtlanmış 2 durum vardır: Antibiyotik ilişkili diyare ve clostridium difficile denilen bakteriye bağlı ishaldir. Unutulmaması gereken diğer bir konu her probiyotiğin her hastalık için uygun olmadığıdır. Bu nedenle probiyotiklerin hekim tavsiyesi ile kullanılması gereklidir.”

***

Prof. Dr. Selim Aydemir: “…Reflü hastalığı toplumun yaklaşık %20’sini etkileyen, oldukça sık görülen bir hastalıktır. Maalesef çoğunlukla verdiği zararlar fark edilememektedir. Reflü hastalığı alt yemek borusu sifinkterinin uygun olmayan gevşemesi sonucu, mide içeriklerinin yemek borusuna geri gelmesi ile oluşmaktadır. Aslında reflü hastalığın tanısı klasik şikayetlerin varlığı ile konulabilmektedir. Reflü tanısı net değilse endoskopi veya bazı özel durumlarda yemem borusu asit ölçümü yapılabilir.”

***

“Reflü hastalığının risk faktörleri arasında kilo, sigara, alkol, mide fıtığı, hamilelik ve bazı ilaçlar bulunmaktadır. Yağlı yiyecekler çikolata, kahve, kola, alkol, nane ve baharatlı yiyecekler alt yemek borusu sifinkter basıncını azaltarak reflü hastalığına neden olabilmektedir. Reflü hastalığına en yaygın şikayeti çoğunlukla yemekten sonra veya yatarken olan göğsün ortasında hissedilen yanma hissidir. Ayrıca sindirilmemiş yiyecekler hastanın ağzına gelebilir. Bunların dışında bazen kalp ağrısından ayırt edilemeyen göğüs ağrısı, geçmeyen boğaz ağrısı veya öksürük, boğazda yumru hissi, mide bulantısı ve kusma, inatçı larenjit, ses kısıklığı görülebilir. Şiddetli reflü hastalığı olanlarda ozofajit (yemek borusunu içini kaplayan tabakanın hasarı), yemek borusunda darlık, kanser riskinde artış ve diş problemlerine neden olabilir. Eğer sık şikayetleriniz oluyor ve şikayetler giderek artıyorsa, yutma güçlüğü, kanlı kusma, kronik öksürük, kilo kaybı varsa muhakkak bir gastroenteroloğa başvurmanız gerekmektedir.”

***

“Reflü hastalığının tedavisi şikayetlerin sıklığı, şiddeti ve reflüye bağlı oluşan ek hastalıkların olup olmadığına göre yapılır. Kilo vermek, yemek yedikten sonra iki saat içinde yatmamak, yatağınızın baş kısmını yükseltmek, semptomları tetikleyen yiyeceklerden kaçınmak, sigarayı bırakmak gibi yaşam tarzındaki değişiklikler reflü hastalığı şikayetlerini hafifletmeye yardımcı olabilir. Hafif şikayetleri olan hastalarda yaşam tarzı değişiklikleri yeterli olmazsa mide asidini azaltan antiasitler veya H2 reseptör antogonistleri denen ilaçlar kullanılabilir. Orta veya şiddetli şikayetleri olan hastalarda ise yaşam tarzı değişikliklerine ek olarak proton pompası inhibitörü adı verilen, mide asit salgısını belirgin azaltan ilaçlar kullanılır. Eğer şikayetler halen devam ediyor ve hastanın hayat kalitesini bozuyorsa biz buna dirençli reflü hastalığı diyoruz. Bu gibi durumlarda şikayetlerin neden geçmediğine dair ileri incelemeler yapmak gerekmektedir. Halen şikayetler devam ediyorsa endoskopik veya cerrahi tedaviler akla gelmelidir.”

***

Doç. Dr. Aslı Çifcibaşı Örmeci: “İrritable bağırsak sendromu (İBS), gastrointestinal sistemin fonksiyonel hastalıklarından birisidir. Hastalar çoğunlukla bağırsak alışkanlıklarındaki değişiklik ve karın ağrısından yakınırlar. Dünyada Bölgelere göre değişmekle birlikte İBS sıklığı %10-15 civarındadır ve kadınlarda erkeklere göre biraz daha fazla görülmektedir. İBS’ye kimi zaman fibromiyalji, gaz-şişkinlik, gastroözofageal reflü hastalığı, fonksiyonel dispepsi, kalp kaynaklı olmayan göğüs ağrısı ve anksiyete, depresyon gibi bazı psikiyatrik hastalıklar eşlik edebilir.”

***

“Kronik karın ağrısı ve bağırsak alışkanlığındaki değişikliklerle karşımıza çıkan İBS’de karın ağrısı kliniği çoğunlukla değişken derecelerde olan kramp hissidir. Ağrının yeri ve şekli değişken olabilir. Bu ağrı bazen emosyonel stres, yemek, hatta dışkılama ile de tetiklenebilir. Hastalarda ishal, kabızlık, tekrarlayan ishal-kabızlık atakları veya normal dışkılama varken araya giren ishal veya kabızlık atakları görülebilir. Bazı hastalarda ishal, bazı hastalarda kabızlık baskın olabilir. İshal baskın İBS’de ishal genellikle az hacimli ve sulu dışkı şeklindedir. Bağırsak hareketleri en sık sabahları veya yemeklerden sonra ortaya çıkar. Hastaların büyük bölümünde dışkılamadan önce karında kramp şeklinde ağrı, acil tuvalete gitme ihtiyacı ve dışkılama ile beraber mukuslu akıntı olur. Büyük hacimli, kanlı, gece uykudan uyandıran ve yağlı dışkılama ise genellikle IBS ile ilişkili değildir.”

***

“IBS tanısı Roma IV kriterleri olarak adlandırılan semptom temelli olan tanı kriterlerinin karşılanması ve altta yatan organik hastalığın dışlaması ile konulur. Roma IV kriterlerine göre IBS; son 3 ayda haftada en az bir kere olan karın ağrısı ve aşağıdakilerden en az 2 sinin olması ile tanı alır.”

  • Dışkılama alışkanlığında değişiklik,
  • Dışkılama sıklığında değişiklik,
  • Dışkı şeklinde değişiklik.

***

“IBS’nin dört alt tipi vardır.”

  1. İshal baskın IBS
  2. Kabızlık baskın IBS
  3. Mikst tip IBS
  4. Sınıflandırılamamış IBS

***

“IBS tanısı konulmadan önce hastalar kullandıkları ilaçlar veya geçirdikleri enfeksiyon hastalıkları açısından sorgulanır. Hastalarda fizik muayene çoğunlukla normaldir. IBS’yi işaret eden belirli bir laboratuvar bulgusu yoktur ancak altta yatan organik hastalıkları ekarte etmek için hastalardan kan sayımı, biyokimya, bazı dışkı tahlilleri ve iltihap ile ilişkili olabilecek bazı kan ve dışkı belirteçleri istenir. Özellikle ileri yaşlardaki hastalarda kolorektal kanser taraması amaçlı kolonoskopki muayene önemlidir.”

***

“IBS’nin tedavisi çoğunlukla semptomatiktir, tam anlamda şifa sağlayan bir tedavisi bulunmamaktadır. Tedavisinde spazm giderici ilaçlardan, antidepresanlardan ve bazen de antibiyotiklerden yararlanılır.”

***

“IBS’si olan hastaların şikayetleri bazen beslenmeleri ile ilişkili olabilir. Beslenmenin İBS üzerindeki etkisi gıda allerjisi/intoleransı, zayıf emilen karbonhidratlar ve liflerle açıklanabilir. Bu sebeple bazı hastalar süt ve süt ürünleri gibi bazı gıdaların eliminasyonu, yetersiz emilen kısa zincirli karbonhidratlar ve çözünemeyen liflerin alımının azaltılması ile semptomatik olarak rahatlayabilirler. Bunun dışında son zamanlarda oldukça popüler bir konu olan bazı probiyotik ve prebiyotiklerin İBS üzerinde etkili olup olmadığını anlamak için çalışmalara ihtiyaç vardır.”

 

Yorum yaz